1 Mayıs 2022 Pazar

düşünme.

düşünme. 

düşündükçe seni mahvedecekler. 

susmuyor zihnindeki sesler. 

sen direndikçe surlarını delecekler.


düşünme.

düşünmek öyle zehirli bir ok ki,

sadece sapladığın kişiyi değil,

ona fırlatan ellerini de ele geçirecek.

düşünme.

sen düşündükçe ağzını dikecek.


düşünme.

düşünme ki aynı ol diğerleriyle.

düşünme ki bulamasınlar senin gizli mabedini.

düşünme, yoksa kırarlar, fırlatırlar, yakarlar senin düşlerini.

8 Mart 2022 Salı

amanruya

Amanruya


Tabiatla iç içe. 2005 yılında yapılmış tasarımın 2010 yılında inşası başlamış; bir yıl inşası sürmüş, 2011'de tamamlanmıştır. Bu derste Halil İbrahim hoca anlatısını beş ayrı kategoriye bölerek beş farklı zamandaki deneyimlerinden bahsetti. 

"İyi bir mimari eseri tekil bir yerden gözlemlediğinde akla düşen mısra."

Bir yapıyı içine girip dolaşıp deneyimlediğinde bu çağa yansıyan şeyler gözler önüne serilir. 

"Ey Nedim! Ey ana dünyayı tecrübe eden adam, Kızı (güzeli) anlatıyorsan da boş."

Tabiat parçasında gerçeklik vardır, her gün karşılaştığın yerde yok. Bir perî-sûret var, hayal var. Bu hayalin bir parçasına tutunmalı ve oradan yürünmeli. Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz, bir insan değişime uğramadan 'canlı' kalamaz.

 AMANRUYA'NIN YAPILDIĞI DÖNEMDE YAŞAMAK 

12 senelik gezme, görme, okuma ve yazma deneyimleri sonucunda yapı beş başlık altında parçalanmıştır.

İlk deneyim: Keşif.

Amanruya'nın inşa fotoğraflarıyla karşı karşıya kalmasıyla başlamış her şey. Tabiat, taş, renk... Öğle vakti incelemeye başladığı fotoğraflara bakıp düşünerek saatler geçirmiş. "Bir şey var ama anlamlandıramıyorum." Mekanları tek tek saatlerce incelemiş ve saatlerini alan inceleme sonucunda fark etmiş ki aslında karşısında duran yapı, 'bir şekilde' Osmanlı Mahallelerini, Topkapı Sarayı'nı anımsatıyor kendisine. Ama bir türlü tam manasıyla çözemiyor. Topkapı Sarayı, dünyada var olan en ciddi yapılardan birisidir. 600 sene üzerine konularak yapılmış bu tarihi eseri, değişik kodlamalarla inşa edilmiş. 4 avlusu olan yapı, 4 yanında başka yapılar barındırıyor. Aynı zamanda iç içe geçmeli 4 kapı. Ardından avluya açılıyor. Girişten itibaren sizi karşılayan avluların sonuncusu, Padişah'a özel olanı. Denizi görme deneyimi yaşayabilecekken son avludan içeri girildiği zaman binalar sizi karşılıyor. Bir çeşni, bir cümbüş. Yaşanarak ilerleniyor yol üzerinde. Amanruya'da tabiatın doğallığı yavaşça mekanı örgütlemiş, dört bir yanını sarmış. Sürekliliğe riayet eden mekanlar bir şekilde avlusu olan bir yapıya dönüşmüş. Peki bir yılda inşası tamamlanmış bir otelle altı asra mâl olmuş bir yapı nasıl olur da benzer niteliklere sahip olabilir?

Bunu fark etmek, kendisine saat gece yarısını geçerken otelin mimarlarını aratmış. Topkapı'yla olan fark etmiş olduğu bağlantıyı yapının mimarlarıyla paylaşmış. "Mimarlar, eski mekanlara bakarak eski biçimleri tekrarlar." dedi Halil İbrahim hoca bu kısmı anlatarak. Aklıma bu cümleyle ilgili takılan küçük bir şey var, sene başında yapılan ilk Mimarlığa Giriş derslerinde yine kendisi aslında mimarların birer yarı Tanrı olduğundan bahsetmişti. Peki eskiye dönüş yapılarak oluşturulan bir süreklilik varsa, tekrarlanan şey bir zamanlar gösterilen cesaret midir? 

"Kendiliğinden olan şey nedir?" peşine düştüğü ikinci deneyim olmuş.

İkinci deneyim: Yeniden İdrak.

Sorduğu soruya karşılık aldığı alçak gönüllü cevap sonucu bir şekilde aklındaki soruları tatmin etmediğinde bu sefer ikinci bir şey düşünmeye başlamış. "Anlattığın, alttan aldığın kadar basit ve geçiştirilecek bir şey değil." ve üzerinde düşündükçe her seferinde yeni şeyler bulmuş. Tekrar yapının mimarlarını aramış. "Bir mahalle düşünün; sokakları kıvrımlı, zeminleri taş döşeli, duvarları nice sanatlı, ölçekleri insan. Yani unuttuklarımız!" Mimarlar hisseder, diye devam etti konuşmasına. Yaşar da ama kaynağı metin olmalıdır.

Üçüncü deneyim: Söyleşmek.

Bu, yapıyı anlattığı fazlaca derslerinden birisiymiş, bu bilgiyi bize konuşmanın başında vermiş olsa da bu kısımda bir kere daha değiniyor kelime altından ve diyor ki; 'Üç, dört kere konuşsa da insan, sürekli bir şeyler yapılanır zihninde." söyleşmek derken kast ettiği, belki de benim zihnimde yapılandırdığı şey; her konuşmasında gördüğü farklı noktalar yapının. Söyleşi yapıyor, insanlarla deneyimlediği şeyleri anlatıyor ki karşısındaki kişiye kendi deneyimlerini anlatırken bir yandan da kendi deneyimlerindeki görülmemiş her noktayı görebilsin. İşte söyleşinin deneyimde olmasının asıl nedeni de kendini bir aynaya çevirmek. İnsanlara aktardığı her bilgiyle aynanın camları kırılarak savruluyor, savrulan her parça da asıl benliğine bir şekilde ışık tutarak ona bir zamanlar görmemiş olduğu tüm detayları gösteriyor.

Dördüncü deneyim: Yazmak.

Oturup yazmış yapı hakkındaki düşüncelerini. Keşfetmek, deneyimlemek, mimarıyla konuşmak her şeyin yazıya dökülmesini sağlar.

Beşinci deneyim: Konuşmak. 

Anı yaşamış olmak. "Yürüdün. Baktığın yer farklı. Konumun farklı. Yüzünü döndüğün insan farklı. Az önceki sen değilsin. Ama az önceki senden farklı da değilsin." İnsan hayatı aynı hatayı tekrarlamak için uzun, farklı hataları yapmak için kısadır diye düşünürüm kimi zaman. Sanırım bu cümleden anladığım şey de tam olarak bu kapıya çıkıyor. Bir şekilde ilerliyor, gelişiyor ve değişiyorsun. Değişimin içinden gelmiyorsun belki ama bir değişimi kendi içinde başlatıyorsun. Attığın adımlarla deneyimlediğin her şeyi geliştiriyor, kendine içinde yaşadığın küçük dünyada büyük yerler ediniyorsun ama bir şekilde aynı kalmayı içten içe başarıyorsun.

Adımladığın sürece bakış açın değişti. Sürekli olmaktasın ve oluş halindesin. Canlı varlık da cansız varlık da aynı sürecin bir parçasıdır o halde.

Otelin inşası boyunca tek bir ağaç bile eksilmemiş, bunun yerine gerekli olan yerlerde ağaçlar taşınmış Var olan çevre içine fazla kazı yapmadan, olana inşa edilmiş yapı. 

Dışarıdan ve içeriden bakıldığında, var olan doğallıklar ve yapılmışlar arasında bir gerilim var. İçeride ne tabiat var ne de bir insan izi. Sizi sadece beyaza boyanmış duvarlar karşılıyor. Ardından gösterilen resimlerde süreklilik unsurlarını görüyoruz: Çakıl taşları. 

Slayt ilerledikçe Topkapı Sarayı'yla yaşanan benzerlikler gözler önüne seriliyor. İçeri girince doğadan sıyrılmış yapılar gözler önündeyken hem karanlık hem gündüzden parçalar karşılıyor. Bu, söylediğine göre ruhumuzu yapıya yakın hissettiren asıl şey çünkü ruhumuzun da bu zıtlıklarla oluştuğunu söylüyor. Ardından ikinci avludan geçiyoruz ve tekrar tabiatla karşılaşıyoruz.

"Şeklin ve tekrarın (kopyanın) kurucu etkisi vardır."

"Süreklilik, bir süre sonra kötü bir şeye dönüşür."

Güneşin doğuşu batışı. (farklı)

İnsanın her adım atışı. (değişim)

Aydınlanma çerçevesi. (deneyim)













  

1 Mart 2022 Salı

mekan deneyimleri 1

Mekan Deneyimleri dersine ilk girişi gerçekten deneyimlenerek öğrenilen bir anıyla yaptık. Dersin işleyişi ilk anlatıldığında kafamda oluşan tabloyla dersine girdiğim zaman karşılaştığım tablo birbirinden biraz daha farklıydı. Deneyimlerin aslında nasıl iş ortamıyla birleştiği, içimde oluşturduğum korkuya karşı aslında bir şeyi sadece sözde öğrenmekle deneyimleyerek öğrenmenin arasındaki çizgi biraz daha netleşti. İlk başta bir plan açıldı projeksiyonla. Sonrasında kendisinin de söyleyeceği üzere, hem gördüğüm şeyleri anlamadım hem de biraz gözüm korktu. Ardından anlatmaya başladı. Planı anlatırken düşündüğüm tek şey okulunu bitirmiş bir mimarın ne tür planlar üzerinde çalıştığıydı. Daha sadece ilk dönem okumuş olsam da bunları ilerleyen zamanlarda bile anlayamayacağımı düşünerek bir süre sadece yansıtılan ekrana baktım. Dışarıdan bakan gözler kimi zaman bir başkasının sizden daha çok bir şeyleri kavrayabildiğini ve sizden katbekat daha zeki olduğunu düşünebilir. Unutulan nokta ise, onunla sizin aranızda sadece karşınızda duran kişinin deneyimleri olduğudur. Planı okulunu bitirmesine rağmen anlamakta güçlük çektiğini söylediğinde düşüncelerimi silerek konuşmanın devamını dinlemeye karar verdim. Orada çalışan ustalara sorular sorarak okulunu bitirmesine rağmen hala daha öğrenecek şeyleri olduğunu düşünmesi, bilmediği konularda soru sormaktan çekinmemesi ve kimi zaman sadece bir eskiz parçası üzerinde kalmış eğitimini bir şekilde o eskiz parçasına kendisini de dahil ederek ilerletmesi; yine konuşma arasında geçen bir taş ustasının bir mimardan daha çok şey bildiğini fark ettiği kısma baktığımızda teorik ve pratik arasındaki fark biraz daha yerli yerine oturuyor. Eğer bir şeyi tam anlamıyla yapmak, öğrenmek ya da parçası haline gelmek istiyorsak bunu sadece okul gibi bir araçla sınırlandırarak her şeyi bildiğini sanan herhangi bir insana dönüşmek yerine hayatın bize bir şeyler katmasına izin verip hem görerek okumuş hem de dokunarak görmüş birer insan olmak istemeliyiz.

"Eğer elleriniz kapalıysa hayat size veremez. Zihninizi açın, yüreğinizi açın ve kollarınızı açın." -Louise Hay.


26 Şubat 2022 Cumartesi

şiir.

 sessizlik, çığlığını saklar içinde

varoluşunu sağlar nefret.

yeryüzüne çıkması için söylenen ninnilerin içinde,

varoluşun içinde yıkanır şehvet.

yavaşça kapatır gözlerini

seni sever gibi öldürür.

son kez bastırır soğuk dudaklarını alnına,

son kez sayıklar ismini baş ucunda.

son kez çeker serçe parmağını 

ve son kez dokunur ruhuna. 


19 Şubat 2022 Cumartesi

insanı özel kılan, sınırlardır.

 insanı özel kılan şey, sınırlardır. sınırlarınızdan arındığınız anda her ne kadar mutlak bir özgürlükle karşılaşacağınızı düşünseniz de aslında ardınızda sakladıklarınız göz önüne çıkar. olmak istemediğiniz her şeye dönüşürsünüz. sınırlarınızdan arınmak demek, benliğinizi gerinizde bırakmanız demektir. sınırlarla birlikte var olan şekliniz, sınırlar çıktıktan sonra doldurulmaya hazır birer yeni resim sayfasına dönüşür. onu doldurup doldurmamak sizin elinizde olsa da, sizi tamamlaması için kendinize daha ince bir sınır çizmeniz gerekmez mi? az önce çizdiğim resmin sınırlarını belirleyen bandı çıkardığımda, aklıma ilk düşen şey bu oldu.

belki de belirli sınırlar içine girmek o kadar da kötü değildir.

belki de içine gireceğimiz sınırları kendimizin çizmesi gerekir.

çünkü her ne kadar boyanacak, çizilecek yeni birer sayfaya dönüşsek de aslında kaygılarımıza, sıkıntımıza ve yorgunluğumuza da yeni bir sayfa açmamız demektir bu sınırsızlık.

sınırlarımı seviyorum, onları istediğim zaman esnetiyorum ama asla içinden çıkmıyorum.

çünkü bu sınırlar beni bazen sıkıyor.

ve sıkılmak, yaratmaya hazır olmak demektir.


zeynep ezgi duman.

11 Şubat 2022 Cuma

Ricky Montgomery, My Heart Is Buried In Venice

 Ricky Montgomery, My Heart Is Buried In Venice

“Come rest your bones next to me.

And toss all your thoughts to the sea.

I’ll pull up each of your anchors

So we can get lost, you and me.”

Belki de bu kadar yüce bir duygu olmasının sebebi, insanların sevdiği kişileri güvenli kıyıları yapmasındandır. Belki de asıl duyulması gereken ona değil de onun hissettirdiği güven duygusunadır. Bir kemiği dinlendirmeyi isteyecek kadar büyük bir sevgini nasıl sadece kemik ve etten oluşan, bir düşüncesi birini tutmayan, kalbinde iyiliğin yanında kötülük de gömmüş o kişiye ait olabilir? Ortada iki kalp birleştiğinde etrafa öyle bir duygu yayılır ki yanlarından geçerken bile hissedersiniz. Belki de o iki kalbin birbirine duyduğu aşk ve sevgiden daha da ilerisi, bir güven bağıdır. Böylece düşünceleri denize döktüğünüzde, ileride aşkınız bitse, birbirinize duyduğunuz sevgi sönse bile o güven duygusu birbiriyle o kadar kördüğüm olarak bağlanmış olacaktır ki sonsuz aşk doğacaktır. Belki de sonsuz aşk yoktur, sonsuz güven vardır.

 

Pink Floyd, Wish You Were Here.

 

Pink Floyd, Wish You Were Here.

“Did they get you to trade your heroes for ghosts?

Year after year, running over the same old ground.

What have you found? The same old fears.

Birine âşık olmak bazen yapılmayacağını bildiğin şeyleri hayal etmektir.

Birini özlemek, göremeyeceğini bildiğin her şeyi düşlemektir.

Birini düşünmek, sonunu değiştirmek istediğin filmi değişmeyeceğini bildiğin halde defalarca izlemektir.

Böylece birinin yanında olmasını dilemek de aynı yolda defalarca koşarken aynı kurşunla iki kere ölmeye mahkûm edilmektir.

29 Ocak 2022 Cumartesi

düşüncelerde boğulmak, yollarında bulunmakmış.

 

my heart is buried in venice, ricky montgomery

Bazı ataklar vardır hayatta. O kadar saçma, küçücük, akla bile gelmez bir sebepten gösterir ki kendini ne kendimiz anlam verebiliriz ne de etrafımızdakiler. İçinizde sıkışan, belki farkında bile olmadan zihninize gömdüğünüz o düşünce birden çıkartır kendini gün yüzüne. Bazen ataklarınız sonrasında sorunun ne olduğunu bilebilirsiniz, bazen aklınıza gelemeyecek kadar kaybolmuştur zihninizde, bazen ise hangisinden kaynaklandığını çözmek sizin için daha da zor ve yorucudur.

Böyle düşünerek geçirdim 'dün'ümü. Birden başlayan ağlama kriziyle fark ettim aslında zihnimin ne kadar dolu olduğunu. Dillendirmek, düşünmek istemediğim, bunca zaman gözümün önünden çekerek zihnimin en derinlerine ittiğim o düşünceyi şu anda bile dilimin ucunda hissetmek istemiyorum. Uzun zamandır aşmaya çalıştığım, büyük kum dağından sadece birkaç taneyi toplayabildiğim o ilerleme bile hayatım için büyük bir gelişmeyle eş değerken, sanki içimi sıkan, beni huzursuz hissettiren ve aklıma düşmek için çırpınan o şeye ev sahipliği yaparsam tekrar ilerlediğim yolların gerisine koşacakmışım gibi bir his. Kalbimi sıkan, ellerimden sıcaklığı alan, gözlerimi daldıran korkunç bir his.

İlerlediğiniz herhangi bir şeyin ne kadar olduğu hiç önemli değildir ya hayatta. O atılan bir adım da aynı heyecanla karşılar sizi, on adım da, bin adımda. Milyonuncu adımınızda bile geriye bakmaya korkarsınız. Hala başlangıç noktasından sizi gözetleyen o düşünceler, siz yolculuğunuzun sonuna gelseniz de sırtınızdan gözlerini, kollarınızdan ellerini çekmez ya. İşte tam da böyle hissediyorum.

Baktığım anda başımı çevirip, sanki aldığım onlarca yol ayaklarımın altında kayacak da beni tekrar yakalayacaklar gibi.

Ama bir şey üzerinde düşünmeden, onu aşmak için çare bulmadan nasıl devam edebiliriz ki yolumuza? Bir şekilde bizimle aynı başlangıç noktasından başlayarak yolculuk sonuna kadar zihnimizde, kendimizde götürdüğümüz o düşünce her seferinde önümüze taş olur. Takılıp düşmemiz için bekler, takılmamız için adım attırır. Bizi yollarımızdan saptırır. Yolumu kaybetmek istemiyorum. Yine kendimi tanıyamadığım o kötü yola girdim, yolun sonuna gitmekten korkmuyorum ama sonunda asıl yolumu bulduğumda, kendimi hiç değişmemiş bir şekilde bulmaktan çok korkuyorum. 

 Bu yazı, tek seferde yazılmış bir iç döküştür. Hiçbir noktasında düzeltme yapılamaz, çünkü bu, bir saniye öncesindeki 'ben'in düşüncelerinin başlangıç noktası.

Bu sayfada gelmeyecek bir son için yazılmaya devam ediyor.


Zeynep Ezgi Duman. 

3 Ocak 2022 Pazartesi

ev ve insan.

" Evler terk edilir mi?"

"İki kentin arasındayım; biri beni bilmiyor, öteki de artık tanımıyor. - Sarte"

"Ali, uzun zamandır uğramadığı eve geri döndü."

"İyi bir ev, her üç yöne (geçmişe, bugüne ve geleceğe) dönük olan; bilgi, seziş, güzellik, ümitlilik, vakar ve neşenin oluşmasına katkı sunar."

    İçinde doğduğum, büyüdüğüm, yetiştiğim ve yetiştirildiğim evi bırakıyorum, bu vazgeçiş onu terk etmek olarak mı kabul edilecek? Terk ettiğim asıl şeyin başımı uzatarak pencereden gördüğüm o ağacın; perdeleri çekilmiş, kimi zaman ışığı yanmayan, sadece zorunda oldukları için yaşayan insanlarla dolu bina olduğu mu düşünülecek? 

    Oraya geri dönmek, olduğunu bildiğin ama bir türlü hatırlayamadığın bir anıya geri dönmek gibi. Kokusunu hatırladığın biri yanından geçtiğinde bu sefer o parfümü bir başkasının sıktığını bile bile yüzünü gözlerinin önüne getirmek beni terk etmek için cesaretlendiriyor çünkü bu sefer karşımdaki kişinin saçları düz değil de kıvırcık olacak. Bir zamanlar bildiğim geçmişi detaylandırmak yerine bir başkasının geçmişine gideceğim. O, geçmişte kalmış olacak ama karşıma çıkmış olan hem geçmişini gösterecek, hem bugünüm olacak hem de geleceğimi oluşturacak.

    Yeni yerime alışmak, eskisinin terk edilmişliğini üzerimden atana kadar bana zor gelse de artık başımı soktuğum binaları yuva yapan şeyin aslında dört duvardan, bir yataktan, kitap okuduğum küçük masamdan ya da sıkıldığım zaman dışarıyı izlediğim kirli penceremden farklı olarak insanlar olduğunu fark ediyorum. Anılarımın tek kaynağını zihnime indirgiyorum. Duvara bakarak değil, evin köşelerinde de değil, insanlara bakarak yaşadıklarımı hatırlıyorum. Alışamaz, benimseyemezdim çünkü eğer bir gün bırakıp gideceğimi biliyorsam, anılarımı duvarlarla sınırlandıramazdım. Tüm hayat boyunca içine doğulan ev farklı, büyürken orada olan insanlar farklı, olmak istediğin yer farklı. Ama evlerin içinde birlikte yaşanılan o kişiler aynı.

    Bir evi ev yapan asıl şey büyürken etrafında gördüğümüz örülmüş dört duvardan ziyade içindeki insanlar ve biriktirdiğimiz anılardır. 

    İnsanlar sarmaşıktır. Binalara sarılırlar ve duvarları ev yapar. 

    Sonradan gideceğin bir ev sana her zaman yeni bir gelecek şansı sunarken; süresini doldurmuş, terk edilmiş o ev sana geçmişinden başka bir şey veremez

    Terk edilen şey o halde duvar olmaktan çıkar, bir hisse ya da yaşayan bir ete dönüşür, O anılarını almak için geri döner ama kendine yeni bir hayat kurmak için bir kere terk etmiş olduğu o evi tekrar terk eder. Böylece uzun zamandır uğramadığım eve varışım içimde koca bir boşluk olarak kalmış olur çünkü çoktan tüm anılarımı ondan almışımdır, insanlarda kaybolmuştur.

"Geriye dönmek elimden gelmiyordu. Bir plağın geriye dönememesi gibi. -Sarte."












kaygılarım.

 kaygılarım, artık adım.

her şeye adım adım daha da yaklaştım.

kendinle buluşmak, bulut olmakmış.

 kendiyle buluşmak, bulut olmakmış.

unutmuş, ellerini bırakmış.

ait olmak.

 Çorak toprakların sahibiyse de suyu kabul etmez yarık, ateşiyle canlanır,

Yağdırdıkları tüm yağmurlara lanet eder, her gece külleriyle sulanır.

Onların tüm doğrularına rağmen susan sesleri, sahtekarlığına gözleri kapalı ellerini uzatır,

Uzakta görünür, ufukta. Bazen sıcaktır bazen soğuk. 

Bazen dondurur iliklerine kadar, 

Bazen onu cehennemin ateşinde cayır cayır yakar.

Dorukta, karlar arasında kaldığında, 

Son kar tanesi eriyene kadar yakıldığında 

o ateş içinde, 

Dağın sivri yamaçlarında kendini kurtaracak bir yer bulamadığında 

Bağırır bir ses içinden: "Kül olmak için çok soğuk bir gece!"

Sonra anlar donacağını, bu sefer başka bir uçuruma koşar. 

Donmak için çok sıcak hisseder.

Sevgisini suyun üzerinde yavaşça yetişen bir yaşam çiçeği gibi dallarını kalbine uzattığını sanar, yavaşça onun olacağını hissettirir şayet bu kadar büyük bir aldatmaca ancak onun bu huzursuz ruhunda bir anlam bulur.

Ama uzatılan dallar zehirlidir, onu güzelliğiyle kandırıp kalbine zehrini sarar.

Ölüm kokulu nefesiyle saçlarını koklar, ölüme bulanmış parmaklarıyla örer. Doğrularını yanlışlara çevirir, yavaşça zihnine sızar.

Çağlayanın suyunu bulandırır, denizlerini kirletir, göz yaşlarıyla mahvolur, çığlıklarda anlam bulur.

Böylece bir sevgili de dudaklarını sıkıca bastırır, çığlığını içinde tutar, onu sadece kendine saklar. 

-Zeynep Ezgi Duman-