20 Aralık 2021 Pazartesi

binalar, ruhlar için yeterli midir? ruhlar, binalarla mı şekillenir?

'Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir.'

-John Berger

Bir sokaktan geçerken, seyahat ederken, başka bir şehre taşınırken ve yağmurun altında kaçırdığınız otobüse yetişmeye çalışırken yanından geçip gittiğimiz binlerce bina, binlerce ruha ev sahipliği yapar. Dışarıdan yıkık dökük, harabe görünen evler bazen en renkli ruhlarla donanmıştır, bakıldığında herkesin hayali olabilecek güzellikteki bazı evler ise içinde birer ölü ruhlu canlı et barındırır o kadar. Fark etmek, attığınız her adımda yanınızdan geçip giden o insanlara dikkat etmek, yüzlerini hatırlamak kadar zordur. Bazı sokaklar, dışarıdan bakılarak anlaşılmaya planlanmıştır. Çalınmayı bekleyen o kapılardan birinin önünde durmanız, kaldırımında yürümeniz bile size o insanlar hakkında bilgi verir. Bir sokağın kokusu, kaldırımında uyuyan köpekler, su içen kediler ve ruhu bir kenara bırakılmış, sadece bir çatıya razı olmuş binlerce bina, bazı şeyleri insanlara fark ettirmek için küçük ipuçları olarak aktarılmış.

Bir insanın zihninde canlandırarak çizdiği sınırlarla bir toprak parçasını sırf öyle istediği için bölmek, kıtaları insanlara ayırmak ve her kıta için bir sürü farklı ülke oluşturmak, her ülke için yüzlerce şehir kurmak, kurulan şehirleri kendi içlerinde parçalamak, her bir parçaya sırf öyle istendiği için farklı anlamlar yüklemek, diğerlerinin bunu koşulsuz şartsız kabul etmesi kadar mantıksız. Yüzyıllar önce aynı alanda yapılan bir yapının yaşadığımız çağda evrimleşmiş hali, insanlığın zaman ilerledikçe artan ihtiyaç haritası, insanlığa ayak uydurmak isterken altında kalan zamanla birleştiğinde, elde kocaman bir sıfır kalmakta. Knidos'a giderken görülen, zamanında alçalıp yükselen denizin altında kalan insanlık, her seferinde tekrar yaşamın aynı yerde başlaması, taşların ve yükseltilerin içine saklanmış güvenli bölgelerde yaşayan insanların anlarını şimdiki zamanda uzun binaların arasında kaybolan, bazen kendini bile taşıyamayacak ama içinde insan saklamaya oldukça meraklı olan dayanıksız binalar, upuzun gökdelenler aldı. Bir şekilde bazı insanlar, bazı yerlere mahkûm edildi, orayla bağdaştırılmış ana ayak uydurması istendi. Bir şekilde, bir anda herkes kabullendi.


"İnsanlar. Tekrar geldiler." ceylanın gözleri yere düşen mor benekli dağ çileklerine döndüğünde, kız onun ne istediğini anlamakta zorlandı. Ceylan ise onu şaşırtarak, "Dağ çilekleri zehirli. Çileklerden birini bana ver, diğerini sen ye." dedi. "Bizi bulduklarında ölü sansınlar ki ruhlarımız sonsuza kadar bize kalsın."

"Ama zehirli demiştin. Yersek ölmez miyiz?"

"Ruhumuzu çalmalarından daha iyi olmaz mı?" dedi ceylan.

"Olur. En azından günün sonunda ruhumuz bize kalır."
-Ruh Tacirleri



















DOGVILLE | ZAMAN - MEKAN

 DOGVILLE


ZAMAN - MEKAN


Zaman kavramı, izlediğimiz kısımda alıştığımız herhangi bir filmde olduğu gibi direkt verilmek yerine bazen dekorlarla, bazen ışıklarla bazen ise konuşmacıyla izleyiciye sunuluyor. Monologda düşüncelerle birlikte aktarılmak istenen zamanın mekanla bütünleşmesinden çok mekanın bütününü oluşturması istenmiş gibi. Gerçeklik algısıyla birlikte zihinde çatışan yanılgının sebebinin de bu zamansal yorgunluk olduğunu düşünüyorum. 
















17 Ekim 2021 Pazar

DOGVILLE | HAREKET - MEKAN

 

DOGVILLE


HAREKET - MEKAN


Hareketlerin bir sebebe bağlanması gerektiğini düşünen bir yüzyılda yaşarken, aslında Duyu - Mekan'da bahsettiğim verilen çizgilerle anlam bütünleme olayına bir geri dönüşte bulunuyorum. Hareketlerin belirli çizgiler içinde sınırlı olduğunu gösteren bu filmde, her sahnede her ne kadar sınırlar açıktan belirtilse de gözler önüne serilmek istenen bir gerçek var. O da tüm kötülüklerimizin ve iyiliklerimizin bir şekilde saklandığı. Sınırların içinde beliren hareketlerin yanı sıra, dışarıdan bakan bir gözle birlikte insanların o sınırlar arasında neler yaptığını çok rahat bir şekilde görebiliyoruz. Onlar her ne kadar kendilerini saklamak isteseler de, dışarıdan izleyen gözlerin birer 'benlik'le bütünleştiğini düşündüm. Kendimizi dışarıda istediğimiz gibi yansıtsak da, hayatımıza dışarıdan bakma hakkı bizim ellerimizde olduğu için aslında bir kitabı okurken bütünleştiğimiz karakterin düşünceleri kadar berrak bir şekilde en ufak bir düşüncemizden bile haberimiz var. Verilen sınırların zihnimizde duyularla şekillenmesinin istendiği, bir diğer bakış açısına göre doğruydu ama hareketlerle bağlantı kurmaya çalıştığım anda iş, bir nesnenin üç boyutlu hale geçmesini aşarak birer hayali çizgi olmayı sürdürüyor. Burada anlatmak istediğim asıl şey, Duyu - Mekan incelemesini ne kadar somutlaştırdıysam, Hareket - Mekan incelemesini de bir o kadar soyutlaştıracağım. Aslında hepimizi sınırların var ettiğini düşündüğümüz anda, kendimize belirlediğimiz çizgiler içinde bir yaşantımız olur. Ama eninde sonunda hareketlerin durulup bir amaca bağlanmayı istemesi, hayatın kaçınılmaz gerçeğidir.  












DOGVILLE | DUYU - MEKAN

 BASİTLİK İLKESİ

 

DOGVILLE | DUYU - MEKAN


En ufak bir toz tanesine bile anlam yükleyebilen insan beyni, ona verilmeyen maddeleri birleştirerek kendi tiyatro sahnesini oluştursaydı hangi duygulardan yararlanırdı sorusuna bir cevap niteliğiyle doluydu benim için Dogville. Size verilen sınırlı malzemeyi, nasıl bir sanata ve bir oyun perdesinin arka yüzüne çevireceğinizi gösteren filmde bunu size en iyi hissettirecek kişi ise kesinlikle oyunun içinden bir karakter: Jack McKay. Film, diğer gösteriler gibi bize bir bütün olarak sunulmak yerine gördüğümüz, duyduğumuz ve bize aktarılan kelimelerle birlikte zihnimizde birleştirilmeyi bekleyen bir yapboz niteliğinde. Size sadece sınırları veriyor, duvarları kendi zihninizde tamamlamanız bekleniyor. Basit birkaç çizgiyle birlikte zihninizde bir ortam yaşatmayı bekleyen filmin içinde yer alan Jack McKay ise beyninize adeta bunun nasıl yapılacağını anlatmak için bir yol hazırlıyor. Kompozisyonun tamamından kopuk olarak Elm Sokağı'nda bulunan McKay, bir şeyin bütününü görmeden zihninde birleştirdiği parçalarla birlikte anlamak zorundadır. Bu sayede gösteri boyunca McKay sayesinde biz de hem gördüklerimizle hem de ona anlatılanlarla birlikte Dogville'i tüm duyularımızı kullanarak anlayabiliyoruz. 














 

16 Mayıs 2021 Pazar

Çatı Katı.

 Çat!

Çatı katı. Bir ampül yandı. Zihnime biriktirdiğim tüm zehirler, şu anda tekrar göz önüne çıktı. Ve ben tekrar başladığım yere döndüm. Belki de olduğum yere hiçbir zaman bir adım koyamadın. İnsanın, dıştan bir bakış açısıyla kendine bakamaması, kendini görememesi ne kadar büyük bir kayıp, öyle değil mi? Yani, yaptığın bir hata var ama sen o hatayı hangi adımında yaptığından emin olamıyorsun. Belki o adımı bulmak için defalarca yolun başına dönüp hatanı tekrarlıyorsun, belki tekrarlarken her seferinde daha sert yere düşüyorsun. Belki böyle yaşamak istiyorsun. Belki de seni bu düşüşlere alıştırdıkları için düşmeden, dümdüz bir yolda yürümek istemiyorsun. Şu anda içinde sakladığın kız çocuğunun önüne hayatın hiçbir engel çıkarmadığını hayal etmeni istiyorum. Bu satırları ikinci kere okurken sadece gözlerini kapat ve arkana yaslanıp hayal et. O zaman da, önüne çıkacak bir engele takılıp düşmekten korkmaz mıydın? Belki de korkundan bir adım dahi atamazdın. O halde, hayatın sana sunduğu zorlukların seni bu kadar yıpratmasına neden izin veriyorsun? Bu, ilerlemen için sana sunulan bir şans. Bunu unutma ve ne zaman girdiğin girdaptan çıkamayacağını düşünürsen bu sözlerime tutun. Senin elini o kadar sıkı tutacak ki, bırakmasını istesen bile hep yanında olacak.

Düşüncelerin seni yalnız hissettiriyor, bunu biliyorum. Konuşmak, bağırmak, eğlenmek, gülmek istiyorsun. Birileri tarafından sevilmek, birilerini sevmek. Ne kadar kendine bunu itiraf edemesen de sen birileri tarafından nefret edilmek istiyorsun. Ve birilerinden nefret etmek. Eğer içinde tüm bu hisleri yaşatmazsan o zaman sevmek ve sevilmek gibi anlaşılması en zor olan kavramların değerini anlayamazsın. Bu, sana vereceğim ilk kural.

Hatırlıyor musun, bir gün yine kendi kendime konuşurken uykuya dalmadan önce; "Yalnız olmaktan korkmuyorum." dedin. Peki şimdi neden yalnız olduğun duygusuyla ağlıyorsun? Neden yalnızlığın tüm benliğini ele geçirmesine izin veriyorsun? Çünkü onu sevmeyi denedin. Onu sevdiğinde her şeyin yoluna girdiğini düşündün ve yalnızlığını kabul ettin. Ama o seni kabul etmedi, değil mi? İlk fırsatta ona açtığın kapıları aşarak tüm bedenine yayıldı ve bir zehir gibi aklını bulandırdı. Şimdi de yalnızlığın düşündüğün kadar iyi bir duygu olmadığını düşünüyorsun. Ben sanırım senin sorununu buldum. Sen, hislerin nasıl yaşanılması gerektiğini bilmiyorsun. Mutlu olmalısın, ama seni ne mutlu eder? Şimdi, ikinci kez bu satırları okurken bu sefer de gözlerini kapatarak gerçekten mutlu olduğun bir anı hatırlamanı istiyorum.

Yok, değil mi?

Çünkü mutluluk ne bilmiyorsun.

Bu sorunun mutsuzluk üzerine olduğunu düşünelim. Önüme bir sürü anı serersin. Peki, 17 yıllık hayatında gerçekten 'bu anda çok mutlu hissettim.' diyebileceğin bir an olmadı mı? Yoksa sen mutsuzluğu hak ettiğini kendine zorla inandırıp eline verilen mutluluğu hal etmediğini düşünerek bir geriye mi attın?

Şu anda olmak istediğin kişi değilsin. Olmak istediğin kişi sana o kadar uzak ki, içinde bunun anlaşmazlığını yaşıyorsun. İnsanları kırıyorsun, onları üzüyorsun, onların senden nefret etmesini sağlıyorsun ama ben aslında istediğinin bu olmadığını biliyorum. Kendine o kadar sinirlisin ki bu nefreti bir şekilde dışarıya kusmak istiyorsun. Ama seni kimse anlamıyor değil mi? İşte bu, neden kendini sevmek zorunda olduğunun kanıtı. Çünkü ne kadar inkar edersen et, seni senden başka kimse anlayamaz. Olmak istediğin kişi olamadığın için şu anki 'sen'i kabullenmeye çalışıyorsun. Bu ani duygu değişimlerin de bu yüzden, sakın korkma. Bir gece ansızın geliyor. Sonra gidiyor. Ve sen bir süre sonra onunla yaşamaya alışıyorsun. Sadece her gelişinde daha sert olması seni korkutuyor, o kadar.

İçini akıttığın her satırı insanlar okusun istiyorsun. Ama bir o kadar da kendini diğerlerine açmaya korkuyorsun. Sabah belki de bu satırları okuduğunda aslında ne kadar duygusal olduğunu, nasıl saçmaladığını en ergen triplerine girdiğini düşüneceksin ama bu öyle bir şey değil. Yemin ederim. Sen sadece bunu kendi başına yenmeye çalışıyorsun.

Güçlüsün. Ne zaman düşsen bunu hatırla. Cesaret edip yazıyorsun. Cesaret edip kendini anlamaya çalışıyorsun.