'Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir.'
-John Berger
Bir sokaktan geçerken, seyahat ederken, başka bir şehre taşınırken ve yağmurun altında kaçırdığınız otobüse yetişmeye çalışırken yanından geçip gittiğimiz binlerce bina, binlerce ruha ev sahipliği yapar. Dışarıdan yıkık dökük, harabe görünen evler bazen en renkli ruhlarla donanmıştır, bakıldığında herkesin hayali olabilecek güzellikteki bazı evler ise içinde birer ölü ruhlu canlı et barındırır o kadar. Fark etmek, attığınız her adımda yanınızdan geçip giden o insanlara dikkat etmek, yüzlerini hatırlamak kadar zordur. Bazı sokaklar, dışarıdan bakılarak anlaşılmaya planlanmıştır. Çalınmayı bekleyen o kapılardan birinin önünde durmanız, kaldırımında yürümeniz bile size o insanlar hakkında bilgi verir. Bir sokağın kokusu, kaldırımında uyuyan köpekler, su içen kediler ve ruhu bir kenara bırakılmış, sadece bir çatıya razı olmuş binlerce bina, bazı şeyleri insanlara fark ettirmek için küçük ipuçları olarak aktarılmış.
Bir insanın zihninde canlandırarak çizdiği sınırlarla bir toprak parçasını sırf öyle istediği için bölmek, kıtaları insanlara ayırmak ve her kıta için bir sürü farklı ülke oluşturmak, her ülke için yüzlerce şehir kurmak, kurulan şehirleri kendi içlerinde parçalamak, her bir parçaya sırf öyle istendiği için farklı anlamlar yüklemek, diğerlerinin bunu koşulsuz şartsız kabul etmesi kadar mantıksız. Yüzyıllar önce aynı alanda yapılan bir yapının yaşadığımız çağda evrimleşmiş hali, insanlığın zaman ilerledikçe artan ihtiyaç haritası, insanlığa ayak uydurmak isterken altında kalan zamanla birleştiğinde, elde kocaman bir sıfır kalmakta. Knidos'a giderken görülen, zamanında alçalıp yükselen denizin altında kalan insanlık, her seferinde tekrar yaşamın aynı yerde başlaması, taşların ve yükseltilerin içine saklanmış güvenli bölgelerde yaşayan insanların anlarını şimdiki zamanda uzun binaların arasında kaybolan, bazen kendini bile taşıyamayacak ama içinde insan saklamaya oldukça meraklı olan dayanıksız binalar, upuzun gökdelenler aldı. Bir şekilde bazı insanlar, bazı yerlere mahkûm edildi, orayla bağdaştırılmış ana ayak uydurması istendi. Bir şekilde, bir anda herkes kabullendi.
"İnsanlar. Tekrar geldiler." ceylanın gözleri yere düşen mor benekli dağ çileklerine döndüğünde, kız onun ne istediğini anlamakta zorlandı. Ceylan ise onu şaşırtarak, "Dağ çilekleri zehirli. Çileklerden birini bana ver, diğerini sen ye." dedi. "Bizi bulduklarında ölü sansınlar ki ruhlarımız sonsuza kadar bize kalsın."
"Ama zehirli demiştin. Yersek ölmez miyiz?"
"Ruhumuzu çalmalarından daha iyi olmaz mı?" dedi ceylan.
"Olur. En azından günün sonunda ruhumuz bize kalır."
-Ruh Tacirleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder